ANGST

"'I can't explain myself, I'm afraid, Sir,' said Alice, 'because I'm not myself you see.'" (alice in wonderland, Chapter 5)

My Photo
Name:
Location: istanbul, Türkiye

Denn das fragen ist die Frömmigkeit des Denkens..

Thursday, November 17, 2005

Bir

I.

Sonunda, tümden gelmişim
hiçe varmaya..

Dünden gelmiştim ilkin,
günün kımıltısız güneşli yüzüne asmıştım o nemli suratımı.
Kim bilir ki taşınmaz dünden güne güvenli bir güzellik mesafesiyle koşut bu sereserpe zaman parçası öpüş,
unutulsun diye şarkı, titreşirdi gece, gün derinden tutuşup bir alev ilerlerdi aşk diye heveslenip çarçabuk buyrulduğumuz o taht saltanat nerde..

Kış geçti, en sıcak yazlıkların etçil tantanası şimdi,
Ah şimdi, bir nisan sabahından bir insanı ayırmanın kavgası
Buradan başlıyor en harbi baharın-sıkıntısı
En azımsanan sevdaysa kımıltısı hem nasıl çağıldıyor ve duru
boğazın kuytusunda bir berrak iskeleden kora kor nisan diyor insanın felaketi

Şimdi o derin çıkmazlarında aşkın boğulduğunca gördün varsıllaştığını diye yurtsuzluğuna bir yol açmadan söylemeye şarkıyı uydurarak ritmiyle paramparça bir serin ne de almaşık işte türettiğin öyküyle..
Aynalar çağı yitti, karardı hepsi bir bir..

Hep yeni yoksunluklar ve delirium ritmiyle gerçek
salınıyor ufkunda çelişkimin
kimselere uymaz mı bu huzursuz dalaşık eprimiş elbiseler.
ve durulmaz yakamoz deryayla özdeşince
hep kendince aklanmış fırsatçı aşklar şimdi
..hep dünü yineleyen bir ben.

Her şeyin en başında biz
yani şakacıktan değilse bir yerde bir zamanda
olası en tekil halimle ben ve yanıtı olmaya yazgılı olduğum soru;
nerden gelmişim,
kime varmaya?

Her Yıkık Saltanatın Sonrasızlığına Hikayat

Duydum.
bütünlüğünü dünyama kaynaşan hacmiyle aynamı bürüyen gecenin. en ıssız halleriyle yüzleştim de hasmımın bir anlık zaferlerle alt edildim de yine oynadım yine.. ve niye sordum her seferinde..ne oldu bunca yürümez bahtım .. geçici bir çılgınlıktı aklım.. gezici bir kumpanya suriçinde hep mahzun, surdışında parya.

Çerçeveler, namlusu kara silahlar, sarı boyalı duvar.. Endülüs’te akşam, İstanbul’da teravih.. ve güneduruk doğası ile alçalan martılar, yılışık kediler ve kavram ötesi çilyavrularıının en dağınık uyarlamasıyla kurgulanmış sokağım benim.. Evim,
tarihin oymalı bir kenarına iliştirilmiş.
Eski duru zamanlarda her semte bir ayazma, her türbedara bir kefen üç sanduka biçilmemişken tanrım,
büyümemişken şehrin bir yanılgısıyla tanrım. tanınmazken bile hatta ne yüzüm ne haytalığa senet varsayılmış hıncımla, duydum.
o yitik anılarla mahzenleşen düzlemini vicdanın histeriyle. En atak öleyazmışken en yılgın. En tıraşlıyken bile hatta en buruşuk yüzümle..
alnıma dayayıp şehir binyıllık buzuldan taşlarını kanırtarak söyletti
bu üç kuruşluk aklı hendese neymiş diye,
hangi icarlık konak, hangi yazlık paşanın bir nefeslik durağı belletti bana böyle.

Of’tan gayrı, ey dile bir ünlem bile ilham etmeyen şehir, söyle.
‘gel sen dahi söyle’ bu efsunlu divandan bir fasıl ki açılsın yıkılmış saltanatın efkarı. çoraklaşan bir dilin kulesinden kanatlanan hazarfen, bu taze gökdelenler şehrinin metruk çocukluğuna bir çift daha güvercin,
bir tekil uçurum daha esinlesin ve son kez,
son turda madem ne kadar hemşeriysek o denli gönüllüyüz paryalığına aşkın
nihayetinde şehir; sen, ben ötede ayrıksı duran gölge,
ah biraz da üç günlük saltanat öyküsüyle boynunu ibrişimden sakınmayan şehzade
kaç yıkık saltanatın kalıtıyla örtünen
sayıklıyor bu düşü
hep bir sonsuz düşüş. düş..